2 Ekim 2010 Cumartesi

Yıllar sonra rastladım...

Çocukluk sevgilime... diye başlıyor ya şarkı. Bütün bir ümitsizlik, geçmişe özlem, boynu büküklük içinde de sona eriyor hani...
İşte öyle geçmişe doğru bir bakış atıp hatırladığı en güzel yüz hatırına "o bakış ki götürür, beni yıllarca geri, hatıramda canlandı ah, ilk aşkımın günleri..." diyenler için, günümüzde artık yalnızca kendi başına kalabildiği, "yalnızlaştırıldığı" anların kıymeti var. Gecenin bir yarısında, beni geçmişe götüren o bakışın, suret değiştirse de hala var olduğunu bilmek güzel bir his.
Evimin kapısından çıkıp da en yakın bakkala gidiş geliş süremde bile, bırakınız işe giderken katettiğim yolları, uğradığım gürültülü tacizin bana sunduğu, "Bodruma da giderkeeen", "herkesi çizdim sıra sana geldiiieee", "kendisi yazdı, kendisi bozdu, kirli ve pastı her tarafı buzdu..." üzerinden geliştirilmiş bir Serdar Ortaç doğası. İçlerinden biri bile ona ait olmasa da bütün bu saçmalıklar zincirinin başlatıcısı o değil mi? Uyaklı sözleri sıralayıp ritmik bir davul tıngırtısı eşliğinde, eski sevgiliye, terk eden sevgiliye, aldatan sevgiliye ama hep ama hep karşı tarafın suçlandığı bir ilişkideki eski sevgiliye edilen küfürler değil mi bunlar? “Yüzün gülmesin, devan olmasın, benden başkasını seversen” eğer diyen intizar şarkılarının yerine, seni şununla aldattım, ardından göbek attım dans ettim, sen beş para etmezsin ben dünya starıyım… Hep ben var hep ben… Ama en güzelini da Ajda söylemiyor mu? "Senden sonraaa tufannnn!" Doğrusu, benden sonra tufan, alayınıza Hakkı Bulut'tan gelsin "evde üç yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum..."
Oysa, o bakış ki götürdü beni yıllarca geri. İlk buluşmamızdı, heyecandan ikimiz de saçma sapan konuşmuş, yüzümüz kızarmış, İstiklal’in eski moda yolunda birbirimize ne diyeceğimizi şaşırmıştık. O ben kızarım sanıp elimi tutamamışken, ben utanıp elimi uzatamamıştım… İkimizin de aklında, sadece o an vardı. O zamanlar gelecek kaygısı henüz bugünkü gibi ensemizde pişen bir boza haline dönüşmemişti. 90lardan bahsediyorum. Hani ‘göreceğimiz güzel günler’e ilişkin hevesler, demokrasi havarilerinin eline geçmemişken, eteğine temaşa edilsin diye bekleyen hünkarbeğendiler, komşusunun reşit olmayan kızına göz dikebilecek kadıefendiler ve beyefendiler henüz peydah olmamışken, hani herkes arkadaş, hani oyunlar sürerken…
Eskidendi çok eskiden diyen sendin değil mi ey doksanların gençliği? Yine bir hayıflanma, yine bir iç çekme ve göz çukurunun şakaktan yana bitiminde biriken tek bir gözyaşı damlası... Biraz da ileriye, ufka doğru kayan beyaz çizgiye bakın be kardeşim? Yok mu yeni ümitler, yeni sevgililer, kapısında beklenen, arasın diye beklenen, ilk randevuda beklenen, sonra peki... İşte günümüzün kangreni bu. Sonrasını düşünmekten bugünü yaşayamama sendromu. Post-relationship-syndrome…
Siz yukarıdaki manalı sözlerin arasından eskilerde hatırlanacak üzünç bir durum arayıp bulurken, ben de çok değil dört beş ay önce, Taksim'de yeni bir ‘ilk buluşmanın’ heyecanını hatırladım. Sonra başka bir sürü şey de hatırladım. İstesem, gözlerim dolar şimdi. İstesem, ben de acı acı giydirme cümlelerinden birkaçıyla avunabilirim. Ya da kurgusal dünyadan sıyrılıp güzel günler göreceğim ben diye şarkılar da mırıldanabilirim. Peki istesem ben de bir Hande Yener, Demet Akalın ya da Betül Demir olabilir miyim?
Olamam. Ben sonunu hiç düşünmeden bir aşka kapımı ardına kadar açabilirim. Bu yüzden, bizim gibiler için günümüzde artık yalnızca kendi başına kalabildiği, "yalnızlaştırıldığı" anların kıymeti var. Bu yüzden, benden sonra tufan. Bu, en hafifinden, benim size benzemeye yüz tutmuş yabancılaşmış yönümün kurtarılabilmiş parçasının dile gelimi… Gecenin bir yarısında, beni geçmişe götüren o bakışın, suret değiştirse de hala var olduğunu bilmek güzel bir his.
Belki de sırf bu yüzden “Ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa yarın, sanma ki hikayesi şu titreyen dalların, düşen yaprakla biter, böyle bir karasevda kara toprakla biter…”