3 Ağustos 2013 Cumartesi

hatırlatmak babında...

ne zamandır yazmıyorum anasını satayım. bir baktım marttan beridir mi ne. hiç böyle yapmazdım. ben kalemi eline alınca... ileri teknoloji dünyamızda kalem mi kaldı layyyn! diyen sesinizi sevsinler. ben hala 2B kalemle bildiğin kağıda, ahan da böyle renkli renkli kağıtlara hem de, yazıyorum. bazen mektup gibi yazıyorum aşkımı yazıyorum (psikoloğum yaz diyor), bazen küfreder gibi yazıyorum nefret ediyorum senden! (psikoloğum yine böyle içini dök falan diyor o bakımdan). bazen de gayet aşka gelip yazıyorum (lan çok yakışıklısın lan! harbi...).
eğer ki siz sayın straz taşlı kitlem eğer ki siz bu devirde yazmıyorsanız, çok şey kaybediyorsunuz baştan söyliiiim. ben sırf yazma eyleminden nerelere geldim bir haberin olsa var ya...
neyse işte öyle günlerden birinde, yazmak eylemiyle haşır neşirken, bir de baktım ki sevdiceğime ağırdan giydiriyorum. yok dedim bacım bu iş öyle olmaz. yâre giydirmek bizim kitabımızda yazmaz. ağırdan al... yo yo yooo. monsenyör, I can't stand for it anymore!
Sonra uyandım. Uyanır uyanmaz utandım da kendimden. Onca yıldır bildiğim ben, sanki ben değildim. Bir başka bene bürünmüştüm öyle bir kindar öyle bir iğrenç ötesi kişiliğe bütünmüştüm ki tanıyamazsın.
Hemen kendimden sıyrılıp transandantal meditatif bir seviyeye geçtim. Nefesleri diyaframa diyaframa çekip kendime geldim.Yapma kızım dedim. Yüze kadar say. Bir say yani.
Bütün bunlar, geçen gün ofiste kendi kendime çektiğim bir "kendime bakış açısı" fotoğrafından çıktı, ister beğen ister beğenme seyirci. O fotoğrafta görüverdim gerçeği şıpadanak. Öyle bir irkildim öyle bir kendime geldim ki bu ben değildim. Karşımda yıllar önce terkettiğimi sandığım ben duruyordu. Öyle saf, öyle sade, öyle bir cuma öğleden sonrası happy hour'una hazır plaza insanı modundaki ben. Yıllar önce terketmiştim ben seni halbusa diye bir çığlık atarak kendime geldim.
Hayır hayır, bu gördüğünüz ben değilim. Muhtemelen eski dönemlerime ait bir flashback(*) sırasında ortaya pörtleyivermişim. Yo yooo başka türlü açıklaması mümkün değil. Oysa ben, gayet freelance çabalar içerisinde varoluşçuluk iddiaları sergileyen bir tip idim. Gayet freelance, gayet free. Hani benim gençliğim nerdeeee!
Hani bazen hayatınızda sıkışıyorsunuz, böyle nefes alamaz haline geliyorsunuz ya. İşte öyle zamanlar için sakladım bu son sözümü. İyi dinle ey seyirci!
Bazen hayatın yanı başından akıp gittiğini görüyorsun ve sinir oluyorsun ya. Hani benim fotoğrafıma bakıp dieyyt layyn deyişim gibi. Olma. O ipler var ya. Gayet senin elinde. İstersen, hayatını baştan yazabiliyorsun yani onu diyorum. İstersen, yeniden sevebiliyorsun. İstersen bambaşka bir insan oluveriyorsun. Her şeyi baştan tasarlamak veya hayata bir yerden yeniden başlamak mümkün. Yeter ki iste...
İşte ben şimdi yıllar önce terk ettiğim benin fırladığı o fotoğrafa bakınca irkilmek yerine, kendime çizdiğim yolda ısrar etmeye devam ediyorum. Sırası gelmişken, hatırlatayım dedim. Hayat sevince güzel. Konumuzla ne alakası var deme. Döverim.

9 Mart 2013 Cumartesi

kadınlığın neresindensin?

yirmibirinci kere girdiğimiz şu güzelim yüzyılda oniki yılı geride bırakıp onüçüncüden gün aldığımızın üçüncü ayındaki bu yazımda bazı hassas konulara değinerek sizleri rahatsız etmek istiyorum straz taşlı kitle. midenize otursun cümlelerim istiyorum. okuduktan sonra türlü mecralarda paylaşa paylaşa bir hâl olun, beni takipçiye boğun istiyorum. romanım çıkacak yakında bak, imza günümde kuyruk olmazsa alayınızı yakarım!

bir ece temelkuran değilim biliyorum. elif şafak olmadığım için de çok mutluyum. bazısı üretebiliyor, bazısı sadece tüketebiliyor. insanın içini yani. bazısı da üretmek için farklı alanlardan türlü işler seçip sepetini on yumurtayla doldurunca, aslında sana kek yapasım var. zaten yirmibirinci kere girdiğimiz şu güzelim yüzyılın onüçüncü yılının üçüncü ayında, biz "kız mı kadın mı" bilinemeyen hatun kitlesine reva görülen bir tek kek yapımı kaldı. halbuki sana kek yapmak ne kadar kutsaldı! yaşamımızda güzel ne varsa alıyor elimizden kifayetsiz kalasıcalar! şşt kız, sen kadınlığın neresindensin? içindenim içinden...

ne diyordum? takip edin, uyumayın!
sekiz martta kendisine kırmızı gül gönderen kocasını/sevgilisini arayarak, "benim için bir çiçeğin ömrü kadarsın" mesajı verdiği için esefle kınayan kadınlar kulübü üyeliğimden istifa ediyorum! erkek ne yapsa yeridir. yapsın anasını satayım. yılda bir gün olsun bir tek gülle hatırlasın kadın olduğumu. diğer zamanlarda yeterince sidik yarıştırıyor çünkü. bırak bari bir gün de kadınsın sen desin. kadınlığını bil der gibi desin ama. ben yeterince biliyorum ama bir de onun hatırladığını göreyim. toplu mesajlar, indirim kuponları ve belediyece dağıtılan kırmızı karanfillere maruz kalmaktan iyidir.

bu yıl sekiz martımı topluca gelen mesajlarla kutlayanlar oldu, evet aferindir. saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi... binlerce denebilecek kilometre uzaktan kutladı ama bir tek kişi, doğrudan benim sekiz martımı kutladı yani. demek hala böyle centilmenler var hayatta. biraz sohbet ettik, konumuz kadından çocuğa kaysa da (söz verdik 23 nisanda da kadın başlıklı bir tartışma yapıp dengeyi kuracağız) demem o ki çıkardığım bir sonuç var ey kitle! çok laf ediyoruz ama o erkekleri doğuran da yetiştiren de biziz. suç bizde demiyorum. güç bizde diyorum. aslında kadın olmak kıyak iş, düzenin seni ezdiğine bakma, asfalyaların atarsa şalteri indiriverirsin diyorum.
kadınlığın sana aittir, elden bırakma. kadın olduğunu da unutturma... diyorum.

şimdi şunu dinleye dinleye köşeden kaybolun. bir sonraki buluşmada sorucam:
where are we now?

***imlâya ve itinaya bu kadar takıntılısın da cümlelerin neden küçük harfle başlıyor gözümüzden kaçmadı diyerek yazının bütününde buraya takılmış kitle, gözünüzü oyarım!