23 Haziran 2012 Cumartesi

yatılı senfoni

yatılı okulun en güzel yanı, aslında hiçbir güzel yanı yokken gündüzlülerin siz akşamları bir arada kalırken onların kös kös evlerine gidip yapayalıncak yaşayacak olmalarından doğan "lan bunlar kimbilir negzl eğleniyolardır geceleri" minvalindeki kıskançlıklarının öznesi olmanızdır. kuraldır, bazıları hariç genel olarak yatılı okulda gece yaşananlar gündüz anlatılmaz, uğursuzluktur.

yatılı okulun en güzel yanı, aslında, hiçbir güzel yanı yokken yıllar sonra hatırladığınızda sizi gülümsetebilmesidir. yatılı okulun en güzel yanı, yaşarken değil, yıllar sonra anlatırken önemli bir durum haline gelmesidir. sır bu yüzdendir.

hayatımın en güzel yıllarını önce hapishane modeli bir yatılı okulda, sonra yarı açık cezaevi tadındaki kız yurdunda geçirdim. böyle diyerek gündüzlü olmanın hissiyatına varın diye, bir miktar empati kurmaya çalışıyorum o kadar. yoksa illa yatılı okumanın şu yanı iyi bu yanı kötü diye bir yorumda bulunmanın anlamlı olduğunu, daha bu yazıya başlarken bile, düşünmüyorum. asıl amacım size nurdan'ı anlatmaktı.

nurdan bizden önceki dönemin öğrencisiydi. naifti. hah, onun hakkında hatırladığım tek şey etliye sütlüye karışmayan naif bir insan olduğu. çok büyük bir hırsla bilim adamı olacağız hayaliyle okuduğumuz ve eğitildiğimiz için, içimizden birinin "ben PRcı olcem bacım" deme lüksü bulunmadığından, hepimiz ya doktor ya mühendis olacağımıza inanmış, günün çoğunu beyaz laboratuvar önlüğüyle geçiren (ciddiyim), kurbağa kesmekle böcek ezmek arasında kararsızlığını atomun kararsızlığında tartabilen, gözleri parlak yaratıklardık. ben son yıl balatayı sıyırmak suretiyle iktisadi bilimlere kaydım o ayrı, buna takılmayın zaten blogun hiçbir yerinde normal olduğum yazmıyor. konumuza dönelim. nurdan...

nurdan naifti. şimdi ne oldu doktor mu mühendis mi yoksa belki de bir kır kasabasında çocukları ve sevimli eşiyle Halikarnas Balıkçısı'nın öykülerindeki kahramanlardan biri olmuştur, o yıllardaki nurdanı düşündükçe ben ona en çok bu sonuncusunu yakıştırırım. ne yani, bir beyaz yakalı olmuştur ve büyükşehirde büsbüyük dertlerin altında eziliyordur diye mi hayal etseydim kızcağızı? neyse dönelim eskilere. nurdan...

haftasonları zor geçerdi. gündüzlü ve evciler (terimler için beni yormayın anam, google is there) cuma akşamı kapanış töreninden sonra evlerine dağılınca, biz yatılıların yıllar sonra itiraf edilecek ve o zamanlarda gündüzlülerce bilinmeyen karanlık saatleri başlardı. ana babadan ayrısın bacım, cebinde bütçe belli, istanbul derya, napıcan da über eğlenicen ki? zaten verdikleri onca ödev, çözülecek tripıl integral ve kuantum sıçramalı evrimbilim, te'allam! bir de şu perşembe labda bağırsakla yaptığımız ozmoz deneyinin raporu var kahırbela! bir Kadıköy'e gidip gelmek bile yıllık izne çıkmış memur etkisi yaratırdı üstümüzde. en kötüsü de hadi diyelim biraz eğlendin (ne anlatcam olm süperdi işte lan lise yılları!) ama o pazar gecesi yok mu...

pazar geceleri bir yatılının hayatındaki en zor gecedir. çalışanların nasıl ki pazartesi sendromları var, yatılıların da pazar sendromu var, net. akşam 5 gibi başlar kriz. evciler dönmeye başlamıştır yavaştan. ödevler raporlar sıkıştırmaktadır. lan dün kötü geçirilmiştir, daha iyi değerlendirilebilinirdirdir. bir yandan neden en kötü yemekler pazar akşamı çıkar ki diye düşünedurursun, hoop gece biter yatakhaneye geçilir. evciler araya giren soğukluk gitsin diye evden getirdikleri kurabiye ve meyveleri paylaşırlar, gözlerin dolar, ama alırsın bi'tane, uzanırsın yatağa, yersin. ağlarsın. aman sus be!

pazar gecelerini bir sonraki cuma akşamına bağlayabilecek tek kişi nurdandır. ve sonra pazartesi ve salı ve çarşamba gecelerini de. anlatayım.

her pazar saat on civarı uyumaya zorlanırdık. zorlanırdık çünkü ışıklar küllüm kapanır, ortalık sessizliğe bürünür, zaten okul binası mezarlık yanıdır (bunda da ciddiyim). on beş-yirmi kişi aynı yatakhanede uyuyorsundur, aranızdaki uykucu tipler ve uyuzlar ille ışık kapanır kapanmaz uyuyacaktır, kavga etmek yasaktır. o yüzden "saat on yatağa kon" bir çocuk tekerlemesi değil zorunluluktur... nurdan ışık kapanmasına beş dakika kala, tam yataklarımıza uzanmış hadi artık işkence başlasın mutsuzluğundayken kafalar, "kızlaaar beş sabah daha erken kalkıcaz, yaşasın!" derdi... sonraki gece şunu duyardınız, "kızlaar dört sabah daha erken kalkıcaz, yaşasın!" ve evet, nurdan perşembe gecesi öylesine coşkuyla uyurdu ki mutsuz olmak imkansızdı. "kızlaar bir sabah daha erken kalkıcaz, yaşasın!"

yatılı okulun en güzel yanı, aslında hiçbir güzel yanı yokken gündüzlülerin siz akşamları bir arada kalırken onların kös kös evlerine gidip yapayalıncak yaşayacak olmalarından doğan "lan bunlar kimbilir negzl eğleniyolardır geceleri" minvalindeki kıskançlıklarının öznesi olmanızdır. Bu doğru. Siz yatılı okuldan o yıllarda bi halt anlamaz, sonraki birkaç yıl nefretiniz körüklenir, "çocuğum olsa asla yatılı okutmam" derken, aradan geçen yirmi yıllık süreçte gündüzlü olmadığınıza dua eder hale gelecek birşeyler hatırlarsınız. sonra böyle bir gün birilerine "lan aslında yatılı okul öyle süperdi ki" diyesiniz gelir. bir gece yarısı, yıllar önce o kasvetli ortamda sizi güldüren birilerini veya bir olayı hatırlar ve anlatmak isterseniz, benim gibi.

benim gibi sizin de bir nurdanınız oldu mu bilmiyorum. olmadıysa çok yazık. çünkü beni, o yılların hüzünlü, sıkıntılı, gençlik bunalımlı ve hep yastığı biraz nemli ortamında ayakta tutan kişi nurdandı. şimdi nerededir bilmiyorum. ama seni özlüyorum nurdan... çünkü fark ettim ki uzun yıllar çalışma hayatında pazartesi sendromu yaşamayışımı, her pazar gecesi bilinçaltımda "beş sabah daha erken kalkıcam sonra cumartesi yaşasın" diye çınlayan sesine borçluyum...

bu da senin için: miss you

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder