13 Haziran 2010 Pazar

Beşyüzyerindendelinmişolsadahayat...2005

“Uzun bir zaman sonunda gözlerini açtı. Doğruldu. Burası, bıraktığı yer değildi. Bir yokoluştan geliyorum dedi. Kalktı. Aynaya baktı. Yeniden varolmak lazım... Bir yerlerden yıkmak lazım köprüleri. Ortasından dinamitle patlatmak lazım... Annesini aradı. Özlemedim dedi. Özlemedim ki... Ağladı. Sonra neye ağladığını sordu. Cevap veremedi. Tamam. Bitti...
Önce giysilerimi yıkadım. Hepsini. Ütüledim. Bütün zehirleri yaktım. Dışarı çıktım. Muffin aldım. Ipod aldım. Cafcaflı renklerde ayakkabılar aldım. Bütün mağazalara girip çıktım. Onlar gibiydim. Tuhaftım ama insandım... Neden kentin girişinde Özgürlük Heykeli var anladım...
Amerikanlaşmaya giden yolda adım adım ilerliyorum. Acaba laştyiiiier desem mi arada...? Asansörde inatla giriş kat düğmesini itekleyenlerle arkadaş olmalıyım. Bozuk dille konuşmalı, onlar gibi en az bir Yankee maçında gooooo Yankieee diye haykırmalıyım. Elimde popcorn olmalı sinemada, ağlanacak filmime gülmeliyim. Bana hangisi yakışırdı..?
Birden okuduğu kitabı bir kenara fırlattı. Çalan telefonu mesaja attı. Kahve makinasındaki tüm kahveyi mataraya boşalttı. En dökülen kıyafetini giydi. Saçlarını topladı, şapkasını taktı ve sokağa fırladı... Hayat benim! Bratt saçlarını sarıya boyatmıştı. Devir değişim devri miydi? Bakalım...
Günlük gazetelerden kuponlar topladım, bütün konserlere bedava biletleri buldum. Planlar yaptım. Şehrin altını üstüne getireceğim, kararlıydım. İlk, alışverişle başladım. İndirimde kimsenin dönüp bakmadığı bir etek buldum, ofiste trend oldu iki günde. Türkiye'de olamayacak kadar çılgın bandanalar buldum, beni İtalyan sananlar var. Şapkalarımı çıkardım dolaptaki kutularından. Şirinlik muskasını astım boynuma. Sokaktaki sergiden küpe aldım herkes gibi. Her sabah metroya, elimde kahve ve gazete ile bindim, herkes gibi. Ve yine onlar gibi ilgisizdim. If you see something, say something... Sustum. Her şeyi biliyordum oysa ki...
Metropolitan Museum Of Art (Met), güzel bir yer. Büyük olması bir yana, kaybedersin kendini içeride. Ağladım. Ben o heykellerden biri olabilirdim. Benim de resmimi yapabilirlerdi. O zaman duvarda asılı eski bir yüz olacaktım. Ama şimdi bütün yüzler benim.
Kılıçlar gördüm. Binlerce insanı geçirmişti hayattan öteki diyara. Güldüm. Benim kadar güzel kesebilir miydi bir metal? Kendimi törpüledim ben... Şimdi kaç meydan savaşı var sırada..?
Yemek pişirmeyi bıraktım. Bireysel trendlerden ibaret mikrodalga menülerim var artık. Nefes aldım. Altı ülkeyi karıştırdım, milletlerarası bir kahve yaptım. Ömrümü demledim biraz içinde, biraz geçmişten izler kattım. Yüzümden kurtuldum önce, bakışlarımı bir çingeneye sattım. İstanbul'u çıkardım üstümden yeni bir New York giydim... Keşfimin sonunda gördüğüm manzaranın digital kopyasını çıkardım. Üzerine biraz Photoshopla kendimi giydim. Üstümdeki beni çıkardım, yeni bir ben giydim. Çıplaklıktan sıkıldım. En güzel halimi giydim...
Televizyon seyrettim. Herkes gibi Desperate Housewife oldum ben de. Ağladım. Aynadaki beyazlarıma değil, yerden topladığım yıllarıma ağladım... Duvara iki pano astım. Birine yaptıklarımı koydum diğerine yapacaklarımı. Gelecek zaman fiiline uygun adım marş dedim.
Sokakta bir bebek gördüm. Bana gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Annesi baktı bana. Bana baktı... Anne dedim. Anlamadı. Yürüdüm. Bir anne gibi yürüdüm. Babam geldi aklıma. Resmini odama astım. Bak dedim. Burası Amerika. Şimdi bizimkiler uykuda.
Kararlar aldım, kararlar verdim. Teraziyi boşalttım, kefeleri değiştirdim. Aldıklarımı verdiklerime bağışladım. Kendimi bağışladım. Boşa koydum, doldu. Doluya koydum, aldı. Vatan sağolsun dedim. Sağdım...
Özlemek istedim. Biraz daha özleyince dibi tutar sandım. Nadasa bıraktım. Belki ekim zamanı bir Aralık sancısıyla doğururum özlemlerimi dedim. Doğdum...
Bir Vegas sabahında altın madenlerinin içinde gördüm hayalet dedikleri ruhumu. Hasretimden prangalar eskittim. Bırakıp sarı kokusuyla kelepçelerimi, aslıma döndüm.
Bir New York sabahında parkın ortasındaki havuza para attım. Meydandaki Washington'dan kendimi diledim. Havuz taştı. Ben taştım. Gülümsedim. Otuziki kare fotoğraftan ibaret anılarımı binlerce piksele böldüm. Her bir parçasını dağıttım kente. Bir adam kemanıyla serenad yaptı oradan geçenlere. Bir şarkı da kendime armağan ettim. Nasıl olsa bütün kemanlar bana aşıktı ya da ben aşkın kendisiydim...
Günlüğümü aldım. Bir başka sayfa açtım. Beşyüz yerinden delinmiş olsa da hayat, kendimi seviyorum dedim...
İlk cümlemdi benim.
Bir an çıkageldi. Yeter dedim. Kustum. Çıkanlar beni şaşırtmadı. Ne de olsa bendeki kılıç en keskin olandı. Kestim. Acıtıncaya kadar kestim. Kan akmadı. Anladım...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder